Psikotik bireylerin bağlara saldırısını Bion'dan öğrenmiştik. Şimdi yine Bion'u izleyerek, kişiliğin psikotik kısmının, sevme ve bağ kurma konusunda oynadığı rolü göreceğiz. Tereddütlü düşünceler'de şöyle söylemiştir Wilfred Bion:
"Aşkını dile getirme arzuları uyandıran sevgi bağları kurmasına yol açabilecek her türlü ilerlemeden korkmasında bunun da payı vardır; sevgi bağları kurulursa mevcut yıkıcı itkileri nedeniyle sakınılan hüsrana tahammül edemeyecek, tahammül edemezse, istenmeyen coşkuların varlığından kaynaklanan sorunlara anlık çözümler sunmak dışında bir vaatte bulunmayan mekanizmaları barındıran kişiliğin psikotik kısmı onu tamamen içine çekecektir. Dolayısıyla korktuğu tehlike korkmakta gayet haklı olduğu bir tehlikedir.
Analitik terimlerle bunu şöyle ifade edebiliriz:
Hasta sevmek ister, hüsrana dayanamayacağını hissedince, ruhsallığını istenmeyen coşkuların yükünden kurtarmak için çareyi ya öldürücü bir saldırıya veya simgesel bir saldırıya başvurmakta bulur. Saldırı patlamaya hazır bir yansıtmacı özdeşleşimin harici ifadesinden başka bir şey değildir; bu patlamaya hazır yansıtmacı özdeşleşim sonucunda hastanın öldürücü nefreti, kişiliğin parçalarıyla birlikte, kendisini çevreleyen toplumun ögeleri de dahil olmak üzere gerçek nesnelerin içine dört bir yana dağılır. Artık sevme serbestine sahip olduğunu hisseder, fakat etrafi,
hepsi de gerçek insanlar ve şeylerden, yıkıcı bir nefret ve kanlı bir vicdandan müteşekkil tuhaf nesnelerle çevrilmiştir. Bu tablo daha da karmaşıklaşır çünkü hastanın kendisini en azından niyet düzeyinde sevme serbestine sahip hissettiğini söylemek her ne kadar doğruysa da patlamanın şiddeti onu sevgi hislerinden de mahrum bırakır. Fiili bir saldırıda bulunan hastanın durumunda şimdi bütün bu söylediklerimden ortaya karmaşık bir durumun çıktığı görülebilir; basitçe söyleyecek olursak söz konusu durum aşağıdaki ögelere ayrılır. Birincisi, hastanın nesnesini sevmeye yönelik bir araç olarak tümgüçlü düşleme başvurması. İkincisi, hasta buna niyet etmemiş dahi olsa aslında çevreye etki eden ve bu arada da analiste yorumlarında temel alacağı malzemeyi sağlayan harici bir dişavurum.
Buraya kadar ele alınanların ana hatlarını gözden geçirecek olursak: rahatsızlığın kökeni iki boyutludur. Bir tarafta hastanın aşırı yıkıcılığa, nefrete, hasede karşı doğuştan gelen yatkınlığı vardır; diğer taraftaysa en kötü haliyle hastanın bölme ve yansıtmacı özdeşleşim mekanizmalarını kullanmasına engel olan çevre. Bazı durumlarda hastayla çevre arasındaki veya hastanın kişiliğinin farklı yönleri arasındaki bağlara yıkıcı saldırılar kaynağını hastadan alır, bazı durumlardaysa annesinden, ancak ikinci seçenekte dahi ve psikotik hastalarda hiçbir
zaman tek başına anneden kaynaklanamaz.
Sıkıntılar hayatın kendisiyle başlar.
Hastanın karşı karşıya kaldığı mesele şudur:
Fark ettiği o nesneler nedir? Bu içsel veya dışsal nesneler aslında kısmi nesnelerdir ve tamamen olmasa da ağırlıklı olarak, morfolojik yapılar olmayıp, işlevler olarak adlandırmamız gereken şeylerdir. Bu yüzden kaçar çünkü hastanın düşünüşü somut nesnelerce idare edilir, bu yüzden de analistin fazlasıyla gelişmiş zihninde hastanın somut nesnelerin niteliğiyle meşgul olduğu izlenimi uyanır. Hastamerakını cezbeden işlevlerin niteliğini yansıtmacı özdeşleşimle araştırarak keşfeder. Kişiliğinin kapsayamayacağı kadar güçlü olan kendi duyguları da bu işlevler arasındadır.
"Aşkını dile getirme arzuları uyandıran sevgi bağları kurmasına yol açabilecek her türlü ilerlemeden korkmasında bunun da payı vardır; sevgi bağları kurulursa mevcut yıkıcı itkileri nedeniyle sakınılan hüsrana tahammül edemeyecek, tahammül edemezse, istenmeyen coşkuların varlığından kaynaklanan sorunlara anlık çözümler sunmak dışında bir vaatte bulunmayan mekanizmaları barındıran kişiliğin psikotik kısmı onu tamamen içine çekecektir. Dolayısıyla korktuğu tehlike korkmakta gayet haklı olduğu bir tehlikedir.
Analitik terimlerle bunu şöyle ifade edebiliriz:
Hasta sevmek ister, hüsrana dayanamayacağını hissedince, ruhsallığını istenmeyen coşkuların yükünden kurtarmak için çareyi ya öldürücü bir saldırıya veya simgesel bir saldırıya başvurmakta bulur. Saldırı patlamaya hazır bir yansıtmacı özdeşleşimin harici ifadesinden başka bir şey değildir; bu patlamaya hazır yansıtmacı özdeşleşim sonucunda hastanın öldürücü nefreti, kişiliğin parçalarıyla birlikte, kendisini çevreleyen toplumun ögeleri de dahil olmak üzere gerçek nesnelerin içine dört bir yana dağılır. Artık sevme serbestine sahip olduğunu hisseder, fakat etrafi,
hepsi de gerçek insanlar ve şeylerden, yıkıcı bir nefret ve kanlı bir vicdandan müteşekkil tuhaf nesnelerle çevrilmiştir. Bu tablo daha da karmaşıklaşır çünkü hastanın kendisini en azından niyet düzeyinde sevme serbestine sahip hissettiğini söylemek her ne kadar doğruysa da patlamanın şiddeti onu sevgi hislerinden de mahrum bırakır. Fiili bir saldırıda bulunan hastanın durumunda şimdi bütün bu söylediklerimden ortaya karmaşık bir durumun çıktığı görülebilir; basitçe söyleyecek olursak söz konusu durum aşağıdaki ögelere ayrılır. Birincisi, hastanın nesnesini sevmeye yönelik bir araç olarak tümgüçlü düşleme başvurması. İkincisi, hasta buna niyet etmemiş dahi olsa aslında çevreye etki eden ve bu arada da analiste yorumlarında temel alacağı malzemeyi sağlayan harici bir dişavurum.
Buraya kadar ele alınanların ana hatlarını gözden geçirecek olursak: rahatsızlığın kökeni iki boyutludur. Bir tarafta hastanın aşırı yıkıcılığa, nefrete, hasede karşı doğuştan gelen yatkınlığı vardır; diğer taraftaysa en kötü haliyle hastanın bölme ve yansıtmacı özdeşleşim mekanizmalarını kullanmasına engel olan çevre. Bazı durumlarda hastayla çevre arasındaki veya hastanın kişiliğinin farklı yönleri arasındaki bağlara yıkıcı saldırılar kaynağını hastadan alır, bazı durumlardaysa annesinden, ancak ikinci seçenekte dahi ve psikotik hastalarda hiçbir
zaman tek başına anneden kaynaklanamaz.
Sıkıntılar hayatın kendisiyle başlar.
Hastanın karşı karşıya kaldığı mesele şudur:
Fark ettiği o nesneler nedir? Bu içsel veya dışsal nesneler aslında kısmi nesnelerdir ve tamamen olmasa da ağırlıklı olarak, morfolojik yapılar olmayıp, işlevler olarak adlandırmamız gereken şeylerdir. Bu yüzden kaçar çünkü hastanın düşünüşü somut nesnelerce idare edilir, bu yüzden de analistin fazlasıyla gelişmiş zihninde hastanın somut nesnelerin niteliğiyle meşgul olduğu izlenimi uyanır. Hastamerakını cezbeden işlevlerin niteliğini yansıtmacı özdeşleşimle araştırarak keşfeder. Kişiliğinin kapsayamayacağı kadar güçlü olan kendi duyguları da bu işlevler arasındadır.