Kohut, kendilik psikolojisine gereksinim nedir sorusunun cevabını, Freud'dan ve dürtü modelinden ayrıldığı bir zeminde yanıtlar. Kohut'a göre dürtüler, kendilik nesnelerinin yetersizliğinde ortaya çıkarlar. Okuyacak olduğunuz bu yazı ise yine Yavuz Erten'in kalemine dayanıyor.
"Kendini ötekinde bulmak ve ötekinin de kendini sende bulduğunu deneyimlemek insanlaşmanın temelidir. Öznellikler-arasılık ekolünün kurucularından olan Stolorow bakış açısını ve dürtü kuramından farkını
şöyle açıklar:
Duygulanımı (affect) merkeze alan yaklaşımda, öznel duygusal yanıt olan duygulanım her zaman devam eden ilişkisel sistemlerden etkilenir: başarıyla düzenlenir veya düzenlenmesi aksar. Oysa dürtü, Kartezyen yalıtılmış zihinlerin güdülenmesidir. Duygulanımı merkeze alan yaklaşım -bu düzenlemeyi her zaman gerekli taban gördüğü için- tabii ki bir bağlamsallaştırma yaratır. Bu bağlamsallaştırma, duygusal travma anlayışında tüm açıklığıyla mevcuttur. Öznellikler-arası sistemler perspektifinden bakıldığında, gelişimsel travma Kartezyen bir kabın içgüdüsel taşması olarak değil, düzenlenemediği için dayanılmaz bir halde kalan duygulanım deneyimi olarak görülür. Duygulanım durumlarının dayanılmazlığı, ancak içinde gerçekleştikleri ilişkisel sistemler açısından kavranabilir.
Gelişimsel travma, acı verici duygulanımları düzenleyemeyen öznellikler arası bağlam içinde ortaya çıkar. Bu, "çocuk ile bakım veren arasında karşılıklı düzenleme sisteminin bozulması"dır. Bu durum, çocuğun duygulanımları bütünleştirme kapasitesini yitirmesine ve dolayısıyla kendiliğinin dayanılmaz, bunalmış, dağınık bir duruma girmesine yol açar. Acı verici veya korkutucu duygulanım, kalıcı bir şekilde travmatik kendilik deneyimi haline gelir
Yukarıdaki iddiadan, bir duygulanım durumunun tahammül edilemezliğinin yalnızca yaralayıcı bir olay tarafından yaratılan acı verici duyguların miktarı veya yoğunluğu temelinde açıklanamayacağı sonucu çıkmaktadır.
Travma, şiddetli duygusal acının içinde tutulabileceği güvenli bir öznellikler arası bağlamın yokluğunda oluşur. Böyle bir yoklukta, acı veren duygulanım durumları dayanılmaz yani travmatik hale gelir. Acı kendi başına patoloji değildir. Acıyı dayanılmaz kılan ve dolayısıyla travmatik durumların ve psikopatolojinin kaynağı haline getiren, çocuğun acı içeren duygusal tepkilerine çevrenin uyumlanmasının eksik oluşudur.
Stolorow'un bu düşüncelerinde, varoluşun ontolojik bir travma oluşu iddiası akla bir aileye doğmuş çocuğun o aile bağlamında karşılaştığı; "göbek bağının kesilmesi, birincil sahne, kuşak farkı, iğdiş edilme, cinsiyet farkı, anne-babanın çocuğa bakışlarındaki çifte-değerlilik" gibi gelişimin neredeyse zorunlu travmatik unsurlarını getiriyor. Bu travmalar karşısında, karanlık gecede birbirine sokulma gereksinimi duyulacak ilk nesneler veya kendilik nesneleri tabii ki kardeşlerdir. Insan bir ortama ilk girişinde, ona benzer duygular yaşadığını yüzündeki anlamla işaret eden birini arar.
"Kendini ötekinde bulmak ve ötekinin de kendini sende bulduğunu deneyimlemek insanlaşmanın temelidir. Öznellikler-arasılık ekolünün kurucularından olan Stolorow bakış açısını ve dürtü kuramından farkını
şöyle açıklar:
Duygulanımı (affect) merkeze alan yaklaşımda, öznel duygusal yanıt olan duygulanım her zaman devam eden ilişkisel sistemlerden etkilenir: başarıyla düzenlenir veya düzenlenmesi aksar. Oysa dürtü, Kartezyen yalıtılmış zihinlerin güdülenmesidir. Duygulanımı merkeze alan yaklaşım -bu düzenlemeyi her zaman gerekli taban gördüğü için- tabii ki bir bağlamsallaştırma yaratır. Bu bağlamsallaştırma, duygusal travma anlayışında tüm açıklığıyla mevcuttur. Öznellikler-arası sistemler perspektifinden bakıldığında, gelişimsel travma Kartezyen bir kabın içgüdüsel taşması olarak değil, düzenlenemediği için dayanılmaz bir halde kalan duygulanım deneyimi olarak görülür. Duygulanım durumlarının dayanılmazlığı, ancak içinde gerçekleştikleri ilişkisel sistemler açısından kavranabilir.
Gelişimsel travma, acı verici duygulanımları düzenleyemeyen öznellikler arası bağlam içinde ortaya çıkar. Bu, "çocuk ile bakım veren arasında karşılıklı düzenleme sisteminin bozulması"dır. Bu durum, çocuğun duygulanımları bütünleştirme kapasitesini yitirmesine ve dolayısıyla kendiliğinin dayanılmaz, bunalmış, dağınık bir duruma girmesine yol açar. Acı verici veya korkutucu duygulanım, kalıcı bir şekilde travmatik kendilik deneyimi haline gelir
Yukarıdaki iddiadan, bir duygulanım durumunun tahammül edilemezliğinin yalnızca yaralayıcı bir olay tarafından yaratılan acı verici duyguların miktarı veya yoğunluğu temelinde açıklanamayacağı sonucu çıkmaktadır.
Travma, şiddetli duygusal acının içinde tutulabileceği güvenli bir öznellikler arası bağlamın yokluğunda oluşur. Böyle bir yoklukta, acı veren duygulanım durumları dayanılmaz yani travmatik hale gelir. Acı kendi başına patoloji değildir. Acıyı dayanılmaz kılan ve dolayısıyla travmatik durumların ve psikopatolojinin kaynağı haline getiren, çocuğun acı içeren duygusal tepkilerine çevrenin uyumlanmasının eksik oluşudur.
Stolorow'un bu düşüncelerinde, varoluşun ontolojik bir travma oluşu iddiası akla bir aileye doğmuş çocuğun o aile bağlamında karşılaştığı; "göbek bağının kesilmesi, birincil sahne, kuşak farkı, iğdiş edilme, cinsiyet farkı, anne-babanın çocuğa bakışlarındaki çifte-değerlilik" gibi gelişimin neredeyse zorunlu travmatik unsurlarını getiriyor. Bu travmalar karşısında, karanlık gecede birbirine sokulma gereksinimi duyulacak ilk nesneler veya kendilik nesneleri tabii ki kardeşlerdir. Insan bir ortama ilk girişinde, ona benzer duygular yaşadığını yüzündeki anlamla işaret eden birini arar.