HAN DUVARLARI
-Osmanzade Hamdi Bey'e-
Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı
Bir dakika araba yerinde durakladı.
Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...
Gidiyorum, gurbeti gönlümle duya duya,
Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya
İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!
Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...
Arkada zincirlenen yüksek Toros dağları,
Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...
Ellerim takılırken rüzgârların saçına
Asıldı arabamız bir dağın yamacına,
Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,
Yalnız arabacının dudağında bir ıslık!
Bu ıslakla uzayan, dönen kıvrılan yollar.
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
Gökler bulutlanıyor, rüzgar serinliyordu.
Serpilmeye başladı bir rüzgar ince ince,
Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince
Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi
Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi
Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine
Yol, hep yol, daima yol... bitmiyor düzlük yine.
Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali
Sonum ademdir diyor insana yolun hali,
Arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan
Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdıyan
Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,
Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor...
Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine,
Bir sarsıntı... uyandım uzun süren uykudan;
Geçiyordu araba yola benzer bir sudan
Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu,
Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu;
Ağır ağır önümden geçti deve kervanı,
Bir kenarda göründü beldenin viran hanı.
Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri
Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya
Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.
Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı
Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı,
Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,
Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor,
Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı
Her yüze çiziyordu bir hüzün kırışığı,
Gitgide birer ayet gibi derinleştiler
Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki çizgiler...
Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,
Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;
Fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,
Aygın baygın maniler, açık saçık resimler...
Uykuya varmak için bu hazin günde, erken,
Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;
Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı
Ben garip çizgilerle uğraşırken başbaşa
Rastlamıştım duvarda bir şair arkadaşa;
"On yıl var ayrıyım Kınadağı'ndan
Baba ocağından yar kucağından
Bir çiçek dermeden sevgi bağından
Huduttan hududa atılmışım ben"
Altında da bir tarih: Sekiz mart otuz yedi..
Gözüm imza yerinde başka bir ad görmedi.
Artık bahtın açıktır, uzun etme arkadaş!
Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;
Araya gitti diye içlenme baharına,
Huduttan götürdüğün şan yetişir yarına!
Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk
Soğuk bir mart sabahı... Buz tutuyor her soluk
Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri
Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor,
Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor...
Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,
Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar
Biz bu sonsuz yollarda varıyoruz, gitgide,
İki dağ ortasında boğulan bir geçide.
Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden
Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden.
Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla
Önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla
Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu
Burada son fırtına son dalı kırıyordu
Yaylımız tüketirken yolları aynı hızla
Savrulmaya başladı karlar etrafımızda
Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;
Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü...
Gönlümde can verirken köye varmak emeli
Arabacı haykırdı "İşte Araplıbeli"
Tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana
Biz menzile vararak atları çektik hana.
Bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş
Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş
Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor
Kimi haydut kimi kurt masalı anlatıyor
Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri
Çiçekliyor duvarı ocağın akisleri
Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor
Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor
"Gönlümü çekse de yârin hayali
Aşmaya kudretim yetmez cibali
Yolcuyum bir kuru yaprak misali
Rüzgârın önüne katılmışım ben"
Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı
Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı
Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde
Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde
Uzun bir yolculuktan sonra İncesu’daydık
Bir handa yorgun argın tatlı bir uykudaydık
Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım.
Başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım!
"Garibim namıma Kerem diyorlar
Aslı'mı el almış haram diyorlar
Hastayım derdime verem diyorlar
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben"
Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında
Korkarım yaya kaldın bu gurbet çıkmazında
Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı!
Bahtına lanet olsun aşmadıysan bu dağı!
Az değildir, varmadan senin gibi yurduna
Post verenler yabanın hayduduna kurduna!
Arabamız tutarken Erciyes'in yolunu
Hancı dedim bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu'nu?
Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
Dedi
-Hana sağ indi ölü çıktı geçende!
Yaşaran gözlerimde her şey artık değişti
Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti...
Gönlümü Maraşlı'nın yaktı kara haberi.
Aradan yıllar geçti işte o günden beri
Ne zaman yolda bir hana rastlasam irkilirim,
Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim
Ey köyleri hududa bağlayan yaslı yollar
Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!
Ey garip çizgilerle dolu han duvarları
Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!...
FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL
Metin İncelemesi:
Biçim Yönünden
Biçimi: Nazım.
Nazım biçimi: Manzum hikâye.
Ölçüsü: Asıl bölüm : 7 + 7 = 14'lü hece.
Yağız atlar kişnedi / meşin kırbaç sakladı.
7 7
Ara bölüm : 6+5=11'li hece.
On yıl var ayrıyım/Kına dağından
Konusu: "Anadolu'nun çileli yollarında çekilen gurbet acısı ve sıla özlemi dile getiriliyor; sınırdan sınıra koşarak acı çekmiş, sılasına ulaşamamış Maraşlı Şeyhoğlu'nun anısı ve bu konuda şairde uyanan duygu ve düşünceler" anlatılıyor.
Tema: "Gurbet acısı ve sıla özlemi"dir.
Kafiye şeması: Şiirin asıl bölümünde: aa/bb/ cc/dd...
Şiirin ara bölümünde: aaab/cccb/dadb biçimindedir.
Kafiyeli olan, "Şak-la-dı/durak-la-dı" sözcüklerinden "-la" ve "-dı" ekleri rediftir. Geriye kalan bölümlerde ortak kafiye sesi "AK" olup tam kafiyedir. Ara bölümlerin dördüncü dizelerinde yer alan, "At-ıl-mış-ım ben/kat-ıl-mış-ım ben/sat-ıl-mış-ım ben" sözcükle rinde ki "-il, -mış, -ım" ekleriyle yinelenen "ben" sözcükleri rediftir. Geriye kalan, "At/ kat/sat" fiil köklerinde ortak kafiye sesi "AT" olduğundan tam kafiyedir.
Yardımcı Bilgiler:
Faruk Nafiz Çamlıbel, Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında; "şiirde hece ölçüsü esas alınmalı, Türkçe ile ulusal konular işlenmeli" görüşünü savunan şairler topluluğu arasında yer almıştır. Enis Behiç Koryürek, Faruk Nafiz Çamlıbel, Halit Fahri Ozansoy, Orhan Seyfi Orhon, Yusuf Ziya Ortaç'tan oluşan bu beş kişilik şairler topluluğuna, sonradan "Beş Heceliler" denmiştir.
Faruk Nafiz, Beş Heceliler'den olmasına karşın, kimi zaman şiirlerinde aruz ölçüsünü de kullanilmiştir
Şiirlerinde genellikle bireysel konuları ele alan şair, aşk, doğa, ölüm, ayrılık, kıskançlık gibi temaları işlemiştir. Kimi şiirlerinde Anadolu gerçeklerine eğil misse de onları tasvirlerle yetinmiş, çözüm arayışına gitmemiştir. Eserlerinde lirik bir söyleyiş görülmektedir.
Dil özellikleri:
a) Dil sade, söyleyiş liriktir.
b) Şiir, zamanımızdan çok önceleri yazılmasına karşın, kültür dilinin ustalıkla kullanıldığı görülmektedir. Dizelerdeki dil, Türkçenin güzel bir örneğidir:
"İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık
Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık.
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı
Arkada zincirlenen Toros dağları."
Bu dizeler ve benzerleri bunun kanıtıdır.
c) Anlatımda yer yer teşhis (kişileştirme) sanatı yapılarak işlediği temalar daha canlı, renkli hale getirilmiştir:
"Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar
Ey köyleri hududa bağlayan yaslı yollar
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
İnleyen tekerlekler/Aygın baygın maniler
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu, vb."
dizelerde bu sanata yer verilmiştir.
d) Şair, benzetmelerden de yararlanılmıştır : Rüzgar-saç, yollar-yılan, Niğde-hisar, dört mısra-dört damla kan, derebeyi-han, kar-beyaz karanlık, kar-beyaz ölüm, yolcu-yaprak" sözleri ve benzerleri arasındaki durum bunu göstermektedir.
İçerik Yönünden:
Araştırmalar:
· Şiirde, şairin Anadolu'ya yaptığı yolculuk ile bu yolculuk sırasında görülenler hikâye ediliyor. Şiire göre Şair, yaylı bir at arabasıyla Anadolu'ya gitmektedir. Yolculuğu zor koşullarda geçmekte, arada bir hanlarda konaklamaktadır. Bu konaklamalar sırasında, şair, hanların duvarlarında, daha önce konaklayanların çeşitli yazılarıyla karşılaşmaktadır. Bunlardan biri de Maraşlı Şeyhoğlu'nun han duvarlarına yazdığı dörtlüklerdir. Maraşlı Şeyhoğlu, dörtlüklerinde çileli yaşamını anlatmıştır. Şair, Marşlı Şeyhoğlu'nun son dörtlüğü yazdığı handa öldüğünü öğrenir buna çok üzülür. Şair. daha sonraki yıllarda yaptığı yolculuklar, konakladığı hanlarda hep Maraşlı Şehyoğlu'nun yaşadığı gurbet hayatını, çektiği sıla özlemini hatırlar.
· Yolculuk İstanbul'dan Orta Anadolu'ya, yaylı bir at arabasıyla yapılmaktadır. Bunu, şiirde geçen Niğde, İncesu, Ulukışla, Erciyes gibi Orta Anadolu'yla ilgili adlardan anlıyoruz. Bu yolculuk tam üç gün sürmüştür.
Şair, yolculuğu sırasında geçtiği yerleri, konakladığı hanları yalın biçimde tasvir etmektedir. Gördüğü yerlerin en ilginç yanı, buralarda mevsimlerin iç içe yaşanması dır. Bir yanda bahar, diğer yanda kar...Bu bakımdan hanların, Anadolu'nun yaşamında ayrı bir yeri var. Ulaşımın zorlu olması, kısa yolculukların bile günlerce sürmesi, hanların önem kazanmasına neden olmaktadır. Hanlarda konaklayanlar ise, içlerinde gurbet acısını, sıla özlemini duyuyorlar, tümü bu yönden birbirlerine benziyorlar.
· Şairin yol boyunca içinde bulunduğu duygu ve düşünceler şöyle sıralanabilir: Gurbet acısı, kış korkusu, Anadolu'nun çileli yaşamı karşısında duyulan keder, Maraşlı Şeyhoğlu'nun kendisi gibi şair duşundan duyulan sevinç ve tanımadığı bu şairin ölü.nünden duyulan büyük üzüntü.
· Şiirde geçen kimi dizelerin anlamları şöyle verilebilir:
"Sonum ademdir diyor insana yolun hali": Yolun ıssız hali, insana, hiçbir yere ulaşmayacağı hissini veriyor.
"Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı":Gurbette bir araya gelen insanlar, aynı duyguları yaşayıp paylaşırlar.
"Bir çiçek dermeden sevgi bağından": Gençlik çağının doğal duygusu aşkı yaşamadım, sevgiden pay alamadım.
· Şiirde geçen kimi dizelerde şu söz sanatlarına yer veriliyor :
"Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı" : Dizede, han ocağının başında toplanan "gönüller" sözcüğü, "insanlar" anlamında kullanılmıştır. Bir sözcüğün, benzetme amacı güdülmeden başka bir sözcüğün anlamını yüklenmiş biçimde kullanılmasına "mecaz" denir yada "mecaz-ı mürsel" adı verilir.
"Bu dört mısra değildi, sanki dört damla kandı": Burada, şiirin dizeleri kana benzetilmiştir.
"Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar": Dizede, hanlar teşhis (kişileştirme) yoluyla derebeyine benzetilerek teşbih-i beliğ sanatı yapılmıştır.
"Ey köyleri hududa bağlayan yaslı yollar": Dizede, "ey" ünlemiyle "nida" sanatı; "yaslı" sıfatıyla da yollara insan özelliği verilerek "teşhis" (kişileştirme) sanatı yapılmıştır.
-Osmanzade Hamdi Bey'e-
Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı
Bir dakika araba yerinde durakladı.
Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...
Gidiyorum, gurbeti gönlümle duya duya,
Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya
İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!
Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...
Arkada zincirlenen yüksek Toros dağları,
Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...
Ellerim takılırken rüzgârların saçına
Asıldı arabamız bir dağın yamacına,
Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,
Yalnız arabacının dudağında bir ıslık!
Bu ıslakla uzayan, dönen kıvrılan yollar.
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
Gökler bulutlanıyor, rüzgar serinliyordu.
Serpilmeye başladı bir rüzgar ince ince,
Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince
Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi
Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi
Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine
Yol, hep yol, daima yol... bitmiyor düzlük yine.
Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali
Sonum ademdir diyor insana yolun hali,
Arasıra geçiyor bir atlı, iki yayan
Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdıyan
Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,
Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor...
Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine,
Bir sarsıntı... uyandım uzun süren uykudan;
Geçiyordu araba yola benzer bir sudan
Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu,
Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu;
Ağır ağır önümden geçti deve kervanı,
Bir kenarda göründü beldenin viran hanı.
Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri
Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya
Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.
Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı
Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı,
Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,
Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor,
Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı
Her yüze çiziyordu bir hüzün kırışığı,
Gitgide birer ayet gibi derinleştiler
Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki çizgiler...
Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,
Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;
Fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,
Aygın baygın maniler, açık saçık resimler...
Uykuya varmak için bu hazin günde, erken,
Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;
Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı
Ben garip çizgilerle uğraşırken başbaşa
Rastlamıştım duvarda bir şair arkadaşa;
"On yıl var ayrıyım Kınadağı'ndan
Baba ocağından yar kucağından
Bir çiçek dermeden sevgi bağından
Huduttan hududa atılmışım ben"
Altında da bir tarih: Sekiz mart otuz yedi..
Gözüm imza yerinde başka bir ad görmedi.
Artık bahtın açıktır, uzun etme arkadaş!
Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;
Araya gitti diye içlenme baharına,
Huduttan götürdüğün şan yetişir yarına!
Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk
Soğuk bir mart sabahı... Buz tutuyor her soluk
Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri
Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor,
Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor...
Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,
Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar
Biz bu sonsuz yollarda varıyoruz, gitgide,
İki dağ ortasında boğulan bir geçide.
Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden
Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden.
Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla
Önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla
Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu
Burada son fırtına son dalı kırıyordu
Yaylımız tüketirken yolları aynı hızla
Savrulmaya başladı karlar etrafımızda
Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;
Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü...
Gönlümde can verirken köye varmak emeli
Arabacı haykırdı "İşte Araplıbeli"
Tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana
Biz menzile vararak atları çektik hana.
Bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş
Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş
Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor
Kimi haydut kimi kurt masalı anlatıyor
Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri
Çiçekliyor duvarı ocağın akisleri
Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor
Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor
"Gönlümü çekse de yârin hayali
Aşmaya kudretim yetmez cibali
Yolcuyum bir kuru yaprak misali
Rüzgârın önüne katılmışım ben"
Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı
Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı
Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde
Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde
Uzun bir yolculuktan sonra İncesu’daydık
Bir handa yorgun argın tatlı bir uykudaydık
Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım.
Başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım!
"Garibim namıma Kerem diyorlar
Aslı'mı el almış haram diyorlar
Hastayım derdime verem diyorlar
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben"
Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında
Korkarım yaya kaldın bu gurbet çıkmazında
Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı!
Bahtına lanet olsun aşmadıysan bu dağı!
Az değildir, varmadan senin gibi yurduna
Post verenler yabanın hayduduna kurduna!
Arabamız tutarken Erciyes'in yolunu
Hancı dedim bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu'nu?
Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
Dedi
-Hana sağ indi ölü çıktı geçende!
Yaşaran gözlerimde her şey artık değişti
Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti...
Gönlümü Maraşlı'nın yaktı kara haberi.
Aradan yıllar geçti işte o günden beri
Ne zaman yolda bir hana rastlasam irkilirim,
Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim
Ey köyleri hududa bağlayan yaslı yollar
Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!
Ey garip çizgilerle dolu han duvarları
Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!...
FARUK NAFİZ ÇAMLIBEL
Metin İncelemesi:
Biçim Yönünden
Biçimi: Nazım.
Nazım biçimi: Manzum hikâye.
Ölçüsü: Asıl bölüm : 7 + 7 = 14'lü hece.
Yağız atlar kişnedi / meşin kırbaç sakladı.
7 7
Ara bölüm : 6+5=11'li hece.
On yıl var ayrıyım/Kına dağından
Konusu: "Anadolu'nun çileli yollarında çekilen gurbet acısı ve sıla özlemi dile getiriliyor; sınırdan sınıra koşarak acı çekmiş, sılasına ulaşamamış Maraşlı Şeyhoğlu'nun anısı ve bu konuda şairde uyanan duygu ve düşünceler" anlatılıyor.
Tema: "Gurbet acısı ve sıla özlemi"dir.
Kafiye şeması: Şiirin asıl bölümünde: aa/bb/ cc/dd...
Şiirin ara bölümünde: aaab/cccb/dadb biçimindedir.
Kafiyeli olan, "Şak-la-dı/durak-la-dı" sözcüklerinden "-la" ve "-dı" ekleri rediftir. Geriye kalan bölümlerde ortak kafiye sesi "AK" olup tam kafiyedir. Ara bölümlerin dördüncü dizelerinde yer alan, "At-ıl-mış-ım ben/kat-ıl-mış-ım ben/sat-ıl-mış-ım ben" sözcükle rinde ki "-il, -mış, -ım" ekleriyle yinelenen "ben" sözcükleri rediftir. Geriye kalan, "At/ kat/sat" fiil köklerinde ortak kafiye sesi "AT" olduğundan tam kafiyedir.
Yardımcı Bilgiler:
Faruk Nafiz Çamlıbel, Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında; "şiirde hece ölçüsü esas alınmalı, Türkçe ile ulusal konular işlenmeli" görüşünü savunan şairler topluluğu arasında yer almıştır. Enis Behiç Koryürek, Faruk Nafiz Çamlıbel, Halit Fahri Ozansoy, Orhan Seyfi Orhon, Yusuf Ziya Ortaç'tan oluşan bu beş kişilik şairler topluluğuna, sonradan "Beş Heceliler" denmiştir.
Faruk Nafiz, Beş Heceliler'den olmasına karşın, kimi zaman şiirlerinde aruz ölçüsünü de kullanilmiştir
Şiirlerinde genellikle bireysel konuları ele alan şair, aşk, doğa, ölüm, ayrılık, kıskançlık gibi temaları işlemiştir. Kimi şiirlerinde Anadolu gerçeklerine eğil misse de onları tasvirlerle yetinmiş, çözüm arayışına gitmemiştir. Eserlerinde lirik bir söyleyiş görülmektedir.
Dil özellikleri:
a) Dil sade, söyleyiş liriktir.
b) Şiir, zamanımızdan çok önceleri yazılmasına karşın, kültür dilinin ustalıkla kullanıldığı görülmektedir. Dizelerdeki dil, Türkçenin güzel bir örneğidir:
"İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık
Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık.
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı
Arkada zincirlenen Toros dağları."
Bu dizeler ve benzerleri bunun kanıtıdır.
c) Anlatımda yer yer teşhis (kişileştirme) sanatı yapılarak işlediği temalar daha canlı, renkli hale getirilmiştir:
"Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar
Ey köyleri hududa bağlayan yaslı yollar
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
İnleyen tekerlekler/Aygın baygın maniler
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu, vb."
dizelerde bu sanata yer verilmiştir.
d) Şair, benzetmelerden de yararlanılmıştır : Rüzgar-saç, yollar-yılan, Niğde-hisar, dört mısra-dört damla kan, derebeyi-han, kar-beyaz karanlık, kar-beyaz ölüm, yolcu-yaprak" sözleri ve benzerleri arasındaki durum bunu göstermektedir.
İçerik Yönünden:
Araştırmalar:
· Şiirde, şairin Anadolu'ya yaptığı yolculuk ile bu yolculuk sırasında görülenler hikâye ediliyor. Şiire göre Şair, yaylı bir at arabasıyla Anadolu'ya gitmektedir. Yolculuğu zor koşullarda geçmekte, arada bir hanlarda konaklamaktadır. Bu konaklamalar sırasında, şair, hanların duvarlarında, daha önce konaklayanların çeşitli yazılarıyla karşılaşmaktadır. Bunlardan biri de Maraşlı Şeyhoğlu'nun han duvarlarına yazdığı dörtlüklerdir. Maraşlı Şeyhoğlu, dörtlüklerinde çileli yaşamını anlatmıştır. Şair, Marşlı Şeyhoğlu'nun son dörtlüğü yazdığı handa öldüğünü öğrenir buna çok üzülür. Şair. daha sonraki yıllarda yaptığı yolculuklar, konakladığı hanlarda hep Maraşlı Şehyoğlu'nun yaşadığı gurbet hayatını, çektiği sıla özlemini hatırlar.
· Yolculuk İstanbul'dan Orta Anadolu'ya, yaylı bir at arabasıyla yapılmaktadır. Bunu, şiirde geçen Niğde, İncesu, Ulukışla, Erciyes gibi Orta Anadolu'yla ilgili adlardan anlıyoruz. Bu yolculuk tam üç gün sürmüştür.
Şair, yolculuğu sırasında geçtiği yerleri, konakladığı hanları yalın biçimde tasvir etmektedir. Gördüğü yerlerin en ilginç yanı, buralarda mevsimlerin iç içe yaşanması dır. Bir yanda bahar, diğer yanda kar...Bu bakımdan hanların, Anadolu'nun yaşamında ayrı bir yeri var. Ulaşımın zorlu olması, kısa yolculukların bile günlerce sürmesi, hanların önem kazanmasına neden olmaktadır. Hanlarda konaklayanlar ise, içlerinde gurbet acısını, sıla özlemini duyuyorlar, tümü bu yönden birbirlerine benziyorlar.
· Şairin yol boyunca içinde bulunduğu duygu ve düşünceler şöyle sıralanabilir: Gurbet acısı, kış korkusu, Anadolu'nun çileli yaşamı karşısında duyulan keder, Maraşlı Şeyhoğlu'nun kendisi gibi şair duşundan duyulan sevinç ve tanımadığı bu şairin ölü.nünden duyulan büyük üzüntü.
· Şiirde geçen kimi dizelerin anlamları şöyle verilebilir:
"Sonum ademdir diyor insana yolun hali": Yolun ıssız hali, insana, hiçbir yere ulaşmayacağı hissini veriyor.
"Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı":Gurbette bir araya gelen insanlar, aynı duyguları yaşayıp paylaşırlar.
"Bir çiçek dermeden sevgi bağından": Gençlik çağının doğal duygusu aşkı yaşamadım, sevgiden pay alamadım.
· Şiirde geçen kimi dizelerde şu söz sanatlarına yer veriliyor :
"Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı" : Dizede, han ocağının başında toplanan "gönüller" sözcüğü, "insanlar" anlamında kullanılmıştır. Bir sözcüğün, benzetme amacı güdülmeden başka bir sözcüğün anlamını yüklenmiş biçimde kullanılmasına "mecaz" denir yada "mecaz-ı mürsel" adı verilir.
"Bu dört mısra değildi, sanki dört damla kandı": Burada, şiirin dizeleri kana benzetilmiştir.
"Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar": Dizede, hanlar teşhis (kişileştirme) yoluyla derebeyine benzetilerek teşbih-i beliğ sanatı yapılmıştır.
"Ey köyleri hududa bağlayan yaslı yollar": Dizede, "ey" ünlemiyle "nida" sanatı; "yaslı" sıfatıyla da yollara insan özelliği verilerek "teşhis" (kişileştirme) sanatı yapılmıştır.