Antik Çağ’da Akdeniz çevresinde ve Doğu taraflarında pek çok yerleşik ve medeni uygarlığın var olmasına karşın felsefe yeşermek için neden Antik Yunan’ı, Miletos’u beklemiştir? Bunu açıklamak için ilk filozof Thales’in toplumsal kabullere tamamen aykırı bir kişilik olduğunu öne sürmek tek başına yeterli midir? Felsefenin neden Antik Yunan kent-devletlerinde başladığının bilinmesi yalnızca tarihsel bir olgunun arkasındaki bilinmezliği kaldırmakla kalmaz bu bağlamda hangi özelliklere sahip milletlerin kendi içlerinde zihinsel bir atılım gerçekleştirebileceğinin ipuçlarını taşır, öyle görünüyor ki bu soruyu cevaplandırabilmek içinde yaşadığımız toplumun eğitilebilmesi ve aydınlanabilmesi için son derece mühim ve elzemdir.
Her şeyden önce bilinmesi gerekir ki bir cemiyette zihinsel mânâda ileri atılımlarda bulunabilecek, bilgi birikim seviyesi yüksek, toplumun ön kabullerinden bağımsız, azınlık bir entelektüel yapılanmanın yaratılabilmesi için önceden sahip olunması gereken çeşitli ön şartlar vardır, bunlar bağımsız bir devlet yapısı, çok kültürlülük (multiculturalism), zenginlik ve yeterli boş vaktin sağlanmasıdır. Antik Yunan dünyasında bilhassa da Miletos’ta bu özelliklerin hepsi tek tek mevcuttur, özellikle de zenginlik ve çok kültürlülük Akdeniz üzeri ticarî faaliyetler sonucu bir potada eş zamanlı olarak gelişmiş, ikili ilişkilere dayalı Doğu-Batı sentezli çok yönlü yeni bir kimlik anlayışı inşa edilmiştir. Özellikle MÖ 8. yüzyılda ticari bir maksatla başlayan kolonileşmeler Yunan anakarası dışına açılmayı kitlesel bir boyuta taşımış, kolonileşmelerle birlikte
Yunanlılar hem farklı medeniyetlerden insanları tanımış hem de zenginleşmiştir. Bu bağlamda denilebilir ki Yunan’ın Doğu’ya olan üstünlüğü de ticarî mânâda böylesine yararlı bir jeopolitik iklime sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Kent-devletlerin kurulmasından demokratikleşme sürecine kadar Yunan bölgesi kendi siyasal ve sosyal yaşantısını bölgeler arası ikili ilişkilere dayanan diyalektik bir yöntem anlayışıyla inşa etmiştir ve bu inşaya da deniz üzeri ticarî faaliyetler kaynak ve sermaye sağlamıştır.
Aynı dönemin bir başka medeni uygarlığı olarak kabul edebileceğimiz Mısır ise sayılan tüm bu avantajların pek çoğundan mahrumdur, çöller ülkenin büyük çoğunluğunu oluşturuyor olduğundan Mısır’ın diğer medeniyetlerle olan etkileşimleri sınırlıdır ve bu sebeple de bölgesel kültür ne dışarı yayılabilir ne de dışarıdan beslenebilir. Tanrı-kral Firavunlar tarafından merkezi bir anlayışla yönetiliyor olduklarından dinamik ve yazılı hukuk anlayışı gelişmemiştir. Hukukî ve siyasî bir perspektiften incelendiğinde rahatlıkla fark edilecektir ki Grek anlayışı Mısır karşısında ezici bir üstünlüğe sahiptir. Ancak tüm bunların yanında Mısırlılar Nil’e bağımlı tarım topraklarında hasadın verimini arttırmak ve nehrin hangi günlerde taşıp hangi günlerde çekildiğini saptayabilmek için geliştirdikleri matematik, geometri, astronomi ve tarihlendirme gibi bilimsel faaliyetler sonucunda bilimsel açıdan Grek uygarlığının üstünde konumlanmıştır. Ancak Mısır’ın matematikte ve diğer pozitif bilimlerdeki gelişimi aynı zamanda Yunan’daki entelektüellerin matematik bilgisinin esas kaynağını oluşturmuştur. Thales’in entelektüel bir filozof/bilim insanı olarak kendini geliştirmesinde ve Yunan bilimi ve felsefesinin gelişiminde Doğu’nun önemi açıktır. Ancak şunun da bilinmesinde yarar vardır ki Thales’in ortaya attığı epistemolojik yöntem anlayışı Doğu’nunkinden tamamen farklı bir boyuttadır, Thales’e kadar bilginin kendisi yalnızca pratik hayatta karşılığını bulduğu sürece önemliydi ancak Thales’le birlikte pratik olarak deneyimlememiz imkânsız olan “arkhe” problemi çözümlenmeye çalışıldı bu yönüyle Thales şu ana kadar incelediğimiz tüm toplumsal nedenlerden bağımsız olarak felsefenin neden Yunanistan’da başladığının bireysel cevabını vermektedir.
Şu ana kadar ticarî faaliyetlerin Grek kültürünü ne çapta etkilemiş olduğundan bahsettim ancak felsefe gibi önemli bir zihinsel faaliyetin ortaya çıkabilmesi için gerekli olan bir diğer önemli şart ise filozofun içinde yaşadığı sosyo-politik durumun kendisidir. Felsefenin vuku bulabilmesi için kent yaşamı zorunlu bir şarttır, insanlar aykırı görüşlerini belirtmezden evvel can ve mal varlıklarının teminatı hususunda emin olmak isterler ve bu da ancak kentte sağlanabilir. Kent yaşantısı ve demokratik bir rejimin varlığı gerek etnik gerekse fikri farklılıkların halk meclislerinde bir araya gelerek kendi görüşlerini sunmasına olanak sağlar aynı zamanda çoğulcu bir anlayış geliştirir, çoğulcu bir anlayışın hâkim bulunduğu devletlerdeyse felsefe gibi önemli bilimsel çalışmaların vuku bulması son derece olağan bir hâl alır, ideal bir yönetimin yapması gereken en önemli icraat da böylesine çoğulcu bir kent yapısını kurmaktır. Grek uygarlığı ticarî faaliyetler ve kolonileşmeler sayesinde Grek kültürünü yabancılarla iç içe çoğulcu ve diyalektik bir anlayışla inşa etmiştir. Tüm bu kültürel altyapının inşası sonucunda Yunan dünyası felsefenin kendisini açığa çıkartabileceği çok yönlü ve entelektüel sosyal hayatı kendi bünyesinde barındırabilmeyi başarmıştır.
Çoğulcu bir anlayışla inşa edilmiş olan Grek kültürü felsefe başlamazdan evvel ve başladıktan sonra Helenistik Çağ’ın sonuna kadarki döneme kadar sürekli olarak çoğulcu bir anlayışla varlığına devam etmiştir, özellikle bu anlayış İskender’in başarılı Doğu seferleriyle altın çağını yaşamış ve bu dönemde kendisine çokça şey katarak pek çok yeni ekol oluşturmuş ve okul kurmuştur. Roma fetihleriyle birlikteyse Grek kültürü Avrupa’nın tamamına yayılmıştır, bugün hâlâ Avrupa kültürü Grek/Roma kültürünün üzerinde şekillenmektedir.
Her şeyden önce bilinmesi gerekir ki bir cemiyette zihinsel mânâda ileri atılımlarda bulunabilecek, bilgi birikim seviyesi yüksek, toplumun ön kabullerinden bağımsız, azınlık bir entelektüel yapılanmanın yaratılabilmesi için önceden sahip olunması gereken çeşitli ön şartlar vardır, bunlar bağımsız bir devlet yapısı, çok kültürlülük (multiculturalism), zenginlik ve yeterli boş vaktin sağlanmasıdır. Antik Yunan dünyasında bilhassa da Miletos’ta bu özelliklerin hepsi tek tek mevcuttur, özellikle de zenginlik ve çok kültürlülük Akdeniz üzeri ticarî faaliyetler sonucu bir potada eş zamanlı olarak gelişmiş, ikili ilişkilere dayalı Doğu-Batı sentezli çok yönlü yeni bir kimlik anlayışı inşa edilmiştir. Özellikle MÖ 8. yüzyılda ticari bir maksatla başlayan kolonileşmeler Yunan anakarası dışına açılmayı kitlesel bir boyuta taşımış, kolonileşmelerle birlikte
Yunanlılar hem farklı medeniyetlerden insanları tanımış hem de zenginleşmiştir. Bu bağlamda denilebilir ki Yunan’ın Doğu’ya olan üstünlüğü de ticarî mânâda böylesine yararlı bir jeopolitik iklime sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Kent-devletlerin kurulmasından demokratikleşme sürecine kadar Yunan bölgesi kendi siyasal ve sosyal yaşantısını bölgeler arası ikili ilişkilere dayanan diyalektik bir yöntem anlayışıyla inşa etmiştir ve bu inşaya da deniz üzeri ticarî faaliyetler kaynak ve sermaye sağlamıştır.
Aynı dönemin bir başka medeni uygarlığı olarak kabul edebileceğimiz Mısır ise sayılan tüm bu avantajların pek çoğundan mahrumdur, çöller ülkenin büyük çoğunluğunu oluşturuyor olduğundan Mısır’ın diğer medeniyetlerle olan etkileşimleri sınırlıdır ve bu sebeple de bölgesel kültür ne dışarı yayılabilir ne de dışarıdan beslenebilir. Tanrı-kral Firavunlar tarafından merkezi bir anlayışla yönetiliyor olduklarından dinamik ve yazılı hukuk anlayışı gelişmemiştir. Hukukî ve siyasî bir perspektiften incelendiğinde rahatlıkla fark edilecektir ki Grek anlayışı Mısır karşısında ezici bir üstünlüğe sahiptir. Ancak tüm bunların yanında Mısırlılar Nil’e bağımlı tarım topraklarında hasadın verimini arttırmak ve nehrin hangi günlerde taşıp hangi günlerde çekildiğini saptayabilmek için geliştirdikleri matematik, geometri, astronomi ve tarihlendirme gibi bilimsel faaliyetler sonucunda bilimsel açıdan Grek uygarlığının üstünde konumlanmıştır. Ancak Mısır’ın matematikte ve diğer pozitif bilimlerdeki gelişimi aynı zamanda Yunan’daki entelektüellerin matematik bilgisinin esas kaynağını oluşturmuştur. Thales’in entelektüel bir filozof/bilim insanı olarak kendini geliştirmesinde ve Yunan bilimi ve felsefesinin gelişiminde Doğu’nun önemi açıktır. Ancak şunun da bilinmesinde yarar vardır ki Thales’in ortaya attığı epistemolojik yöntem anlayışı Doğu’nunkinden tamamen farklı bir boyuttadır, Thales’e kadar bilginin kendisi yalnızca pratik hayatta karşılığını bulduğu sürece önemliydi ancak Thales’le birlikte pratik olarak deneyimlememiz imkânsız olan “arkhe” problemi çözümlenmeye çalışıldı bu yönüyle Thales şu ana kadar incelediğimiz tüm toplumsal nedenlerden bağımsız olarak felsefenin neden Yunanistan’da başladığının bireysel cevabını vermektedir.
Şu ana kadar ticarî faaliyetlerin Grek kültürünü ne çapta etkilemiş olduğundan bahsettim ancak felsefe gibi önemli bir zihinsel faaliyetin ortaya çıkabilmesi için gerekli olan bir diğer önemli şart ise filozofun içinde yaşadığı sosyo-politik durumun kendisidir. Felsefenin vuku bulabilmesi için kent yaşamı zorunlu bir şarttır, insanlar aykırı görüşlerini belirtmezden evvel can ve mal varlıklarının teminatı hususunda emin olmak isterler ve bu da ancak kentte sağlanabilir. Kent yaşantısı ve demokratik bir rejimin varlığı gerek etnik gerekse fikri farklılıkların halk meclislerinde bir araya gelerek kendi görüşlerini sunmasına olanak sağlar aynı zamanda çoğulcu bir anlayış geliştirir, çoğulcu bir anlayışın hâkim bulunduğu devletlerdeyse felsefe gibi önemli bilimsel çalışmaların vuku bulması son derece olağan bir hâl alır, ideal bir yönetimin yapması gereken en önemli icraat da böylesine çoğulcu bir kent yapısını kurmaktır. Grek uygarlığı ticarî faaliyetler ve kolonileşmeler sayesinde Grek kültürünü yabancılarla iç içe çoğulcu ve diyalektik bir anlayışla inşa etmiştir. Tüm bu kültürel altyapının inşası sonucunda Yunan dünyası felsefenin kendisini açığa çıkartabileceği çok yönlü ve entelektüel sosyal hayatı kendi bünyesinde barındırabilmeyi başarmıştır.
Çoğulcu bir anlayışla inşa edilmiş olan Grek kültürü felsefe başlamazdan evvel ve başladıktan sonra Helenistik Çağ’ın sonuna kadarki döneme kadar sürekli olarak çoğulcu bir anlayışla varlığına devam etmiştir, özellikle bu anlayış İskender’in başarılı Doğu seferleriyle altın çağını yaşamış ve bu dönemde kendisine çokça şey katarak pek çok yeni ekol oluşturmuş ve okul kurmuştur. Roma fetihleriyle birlikteyse Grek kültürü Avrupa’nın tamamına yayılmıştır, bugün hâlâ Avrupa kültürü Grek/Roma kültürünün üzerinde şekillenmektedir.