Kapitalist üretim biçiminin bütün dünyaya hâkim olması sonucunda sermaye birikimi, üretim ve uluslararası pazar ilişkileri küresel düzeyde gerçekleşmektedir.Başkaya (2005) küreselleşmeyi 1980 sonrası kapitalist gelişmeyi üçüncü küreselleşme olarak tanımlamaktadır. Birinci küreselleşmeyi Amerika kıtasının Batı Avrupalılar tarafından keşfedilmesiyle ortaya çıkan kapitalist yayılma oluşturmaktadır.
Bu dönemdeki yayılma sonucunda, Amerika’daki uygarlıklar yok edilmiş ve Afrika köleleştirilmiştir. Bunların sonucunda köle isyanları ortaya çıkmıştır. Sanayi devrimi, ikinci kapitalist yayılma sürecinin, ikinci küreselleşmenin, başlangıcı olmuştur. Doğrudan sömürge ve yarı-sömürge toplumlarla birlikte çevre-merkez kutuplaşması olarak tanımlanabilecek bugünkü dünya sistemi oluşmaya başlamıştır.
Bu dönemde, yükselen işçi sınıfı hareketi, sosyalist devrimler ve anti-sömürgeci bağımsızlık hareketleri görülmüştür. 1980’ler sonrası kapitalizmin geldiği yeni aşamada uygulanan ekonomi politikası neoliberalizm olarak adlandırılmaktadır. Neoliberalizm, piyasaların serbest bırakılmasını, devletin ekonomik alana düzenlemeler yoluyla yaptığı müdahalelerden vazgeçmesini ya da en aza indirilmesini ve kamu işletme ve hizmetlerinin özelleştirilmesinikapsamaktadır.
Neoliberalism 1980 öncesi özellikle gelişmiş kapitalist ülkelerde hâkim olan refah devleti uygulamalarının tam tersini içermektedir.1929 yılında dünya ekonomik bunalımı sonrasında ortaya çıkan ve birçok ülke tarafından uygulamaya konulan Keynesyan ekonomi politikaları güçlü bir devlet yapısına dayanmaktadır.
Devletin ekonomik alana müdahalesinin özellikle kriz dönemlerinde ortaya çıkabilecek olan işsizlik gibi sorunlarda gerekli olduğu vurgulanmıştır.Keynesyan ekonomi politikalarının hâkim olduğu dönemde üretimde fordizme göre örgütlenmektedir. Artan ulusal ve uluslararası rekabet, ürün pazarındaki ani değişikliklere uyum sağlayabilmek için firmaları esnekliğe zorlaması sonucunda fordist üretim örgütlenmesinden postfordist üretim örgütlenmesine geçilmiştir.
Esnek üretim olarak da adlandırılan postfordizm esnek istihdam, uzmanlaşma ve esnek ücret politikalarına dayanmaktadır. Böylelikle küçük merkezi olmayan firmalar ve bazen de duruma göre fason üretim ile piyasa koşullarında arz-talep dengesinde ortaya çıkan ani değişimlere uyum sağlayabilmektedir.
Postfordist üretim örgütlenmesinde, fordist teknolojik düzenlemeden kaynaklanan zaman kaybı ve kalite düşüklüğünün ortadan kaldırılması hedeşenmiştir. Benzer biçimde fordist emek örgütlenmesinin neden olduğu işe yabancılaşma sorunları en aza indirilmeye çalışılmıştır.
Neoliberal ekonomi politikalarının hâkim olduğu üçüncü küreselleşme döneminde Ulus ötesi fiirketler (TNCs) ekonomik alanın önemli aktörlerindendir. Ulus ötesi şirketler yatırım, üretim ve pazarlama anlamında birden fazla ülkede faaliyet gösteren, küresel düzeyde sermaye birikimi gerçekleştiren şirketler olarak tanımlanabilir.
Günümüzde dünyanın en güçlü üç bölgesi olarak kabul edilen ABD, Japonya ve Avrupa’nın ulusötesi şirketleri faaliyetlerini küresel düzeyde yürütmektedirler. Örnek olarak Unilever, Shell, Toyota, General Motors, IBM, Coca-Cola, Kodak,
Nestle gibi firmalar verilebilir.
Bu dönemde uluslararası düzeyde küreselleşme sürecinin işleyişinde etkin olan uluslararası örgütler bulunmaktadır. Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası(WB), Ekonomik Kalkınma ve işbirliği Örgütü (OECD), Dünya Ticaret Örgütü(WTO) ve Birleşmiş Milletler (UN) bu örgütler arasında yer almaktadır.
Bunun yanı sıra özellikle uluslararası ticareti geliştirmeyi hedeşeyen Avrupa Birliği (AB), Asya- Pasifik Ekonomik ‹şbirliği (APEC), Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması(NAFTA) ve benzeri uluslararası entegrasyonlarda bulunmaktadır.
Ulus ötesi şirketler ve bu tür uluslararası örgütlenmelerin küreselleşme sürecinin işleyişindeki belirleyici rolleri özellikle ulus devletlerin gücü konusundaki tartışmaları gündeme getirmiştir.
Bu çerçevede ulus devletlerin 1980’lerden sonra ekonomik alandaki hâkimiyetini yitirdiği ve daha çok idari bir yönetim birimine dönüştüğü vurgulanmaktadır.
Ayrıca küreselleşme süreci ile birlikte ulusal sınırların ortadan kalkacağı iddiası bu görüşü güçlendiriyor görünmektedir. Ancak günümüzde artan milliyetçi ve etnik hareketler ulusal sınırların zayışamak yerine güçlendiğinin işareti olarak görülmektedir.
Bu dönemdeki yayılma sonucunda, Amerika’daki uygarlıklar yok edilmiş ve Afrika köleleştirilmiştir. Bunların sonucunda köle isyanları ortaya çıkmıştır. Sanayi devrimi, ikinci kapitalist yayılma sürecinin, ikinci küreselleşmenin, başlangıcı olmuştur. Doğrudan sömürge ve yarı-sömürge toplumlarla birlikte çevre-merkez kutuplaşması olarak tanımlanabilecek bugünkü dünya sistemi oluşmaya başlamıştır.
Bu dönemde, yükselen işçi sınıfı hareketi, sosyalist devrimler ve anti-sömürgeci bağımsızlık hareketleri görülmüştür. 1980’ler sonrası kapitalizmin geldiği yeni aşamada uygulanan ekonomi politikası neoliberalizm olarak adlandırılmaktadır. Neoliberalizm, piyasaların serbest bırakılmasını, devletin ekonomik alana düzenlemeler yoluyla yaptığı müdahalelerden vazgeçmesini ya da en aza indirilmesini ve kamu işletme ve hizmetlerinin özelleştirilmesinikapsamaktadır.
Neoliberalism 1980 öncesi özellikle gelişmiş kapitalist ülkelerde hâkim olan refah devleti uygulamalarının tam tersini içermektedir.1929 yılında dünya ekonomik bunalımı sonrasında ortaya çıkan ve birçok ülke tarafından uygulamaya konulan Keynesyan ekonomi politikaları güçlü bir devlet yapısına dayanmaktadır.
Devletin ekonomik alana müdahalesinin özellikle kriz dönemlerinde ortaya çıkabilecek olan işsizlik gibi sorunlarda gerekli olduğu vurgulanmıştır.Keynesyan ekonomi politikalarının hâkim olduğu dönemde üretimde fordizme göre örgütlenmektedir. Artan ulusal ve uluslararası rekabet, ürün pazarındaki ani değişikliklere uyum sağlayabilmek için firmaları esnekliğe zorlaması sonucunda fordist üretim örgütlenmesinden postfordist üretim örgütlenmesine geçilmiştir.
Esnek üretim olarak da adlandırılan postfordizm esnek istihdam, uzmanlaşma ve esnek ücret politikalarına dayanmaktadır. Böylelikle küçük merkezi olmayan firmalar ve bazen de duruma göre fason üretim ile piyasa koşullarında arz-talep dengesinde ortaya çıkan ani değişimlere uyum sağlayabilmektedir.
Postfordist üretim örgütlenmesinde, fordist teknolojik düzenlemeden kaynaklanan zaman kaybı ve kalite düşüklüğünün ortadan kaldırılması hedeşenmiştir. Benzer biçimde fordist emek örgütlenmesinin neden olduğu işe yabancılaşma sorunları en aza indirilmeye çalışılmıştır.
Neoliberal ekonomi politikalarının hâkim olduğu üçüncü küreselleşme döneminde Ulus ötesi fiirketler (TNCs) ekonomik alanın önemli aktörlerindendir. Ulus ötesi şirketler yatırım, üretim ve pazarlama anlamında birden fazla ülkede faaliyet gösteren, küresel düzeyde sermaye birikimi gerçekleştiren şirketler olarak tanımlanabilir.
Günümüzde dünyanın en güçlü üç bölgesi olarak kabul edilen ABD, Japonya ve Avrupa’nın ulusötesi şirketleri faaliyetlerini küresel düzeyde yürütmektedirler. Örnek olarak Unilever, Shell, Toyota, General Motors, IBM, Coca-Cola, Kodak,
Nestle gibi firmalar verilebilir.
Bu dönemde uluslararası düzeyde küreselleşme sürecinin işleyişinde etkin olan uluslararası örgütler bulunmaktadır. Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası(WB), Ekonomik Kalkınma ve işbirliği Örgütü (OECD), Dünya Ticaret Örgütü(WTO) ve Birleşmiş Milletler (UN) bu örgütler arasında yer almaktadır.
Bunun yanı sıra özellikle uluslararası ticareti geliştirmeyi hedeşeyen Avrupa Birliği (AB), Asya- Pasifik Ekonomik ‹şbirliği (APEC), Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması(NAFTA) ve benzeri uluslararası entegrasyonlarda bulunmaktadır.
Ulus ötesi şirketler ve bu tür uluslararası örgütlenmelerin küreselleşme sürecinin işleyişindeki belirleyici rolleri özellikle ulus devletlerin gücü konusundaki tartışmaları gündeme getirmiştir.
Bu çerçevede ulus devletlerin 1980’lerden sonra ekonomik alandaki hâkimiyetini yitirdiği ve daha çok idari bir yönetim birimine dönüştüğü vurgulanmaktadır.
Ayrıca küreselleşme süreci ile birlikte ulusal sınırların ortadan kalkacağı iddiası bu görüşü güçlendiriyor görünmektedir. Ancak günümüzde artan milliyetçi ve etnik hareketler ulusal sınırların zayışamak yerine güçlendiğinin işareti olarak görülmektedir.