Bazı Ünlü Yazarlar Niçin Kitaplarını Yakma Gereği Duydu?

kırmızıankakuşu

Bronz Üye
Katılım
6 Nis 2020
Mesajlar
296
Tepki puanı
36
Puanları
28
Cinsiyet
Erkek
Louisa May Alcott’un Jo’nun hikâyesini Amy March’a yaktırmasının bir nedeni var.
Amy ablasının yazdıklarını parçalara ayırabilir ya da hepsini çöpe atabilirdi. Ancak bu, onları yakmakla aynı olmazdı. Küçük Kadınlar’ın filmini izlerken el yazmalarının yakılma sahnesi son derece ürpertici.

Ateşin yol açtığı yıkım o kadar mutlak ki. Bu yüzden bana göre korkutucu bir hâl alıyor. Yazmak yavaş, sessiz ve yaratıcı bir süreç. Bunun aksine yakmak bir o kadar gürültülü, hızlı ve son derece yıkıcı. Var olan şeyi bir anda ortadan kaldırıyor. Bir sayfayı ateşe vermenin, sayfanın alevler içinde yok oluşunu izlemenin insan üzerinde dramatik bir etkisi var. Bilgisayar ekranında yanlışlıkla silinen kelimeler bir şekilde kaydedilmiş olabiliyor, ancak yakılan şey geri getirilemiyor, küllerinden tekrar doğamıyor.

Marcel Proust’un, hizmetçisi Céleste Albaret’den Kayıp Zamanın İzinde'nin orijinal taslağını içeren otuz iki tane not defterini yakmasını talep ettiğiyle ilgili bir yazı okuyunca bu korkunç gerçekle tekrar yüz yüze geldik. Marcel Proust’un mutfağında yok olan edebi hazine hakkında düşünmeden duramadım. Eserlerini yazarken hangi yollardan geçtiğini, romanlarının ardındaki fikirlere nasıl vardığını ya da hangi düşüncelere değinmekten vazgeçtiğini asla bilemeyeceğiz.

Céleste Albaret’nin anı kitabına göre, patronuna niçin böyle bir şey yapmasını istediğini sorduğunda Mösyö Proust, Céleste’e artık bu defterlere ihtiyacı olmadığını söyledi. Ama bana bu, çok da inanılır gelmedi. Proust çok duygusal biriydi: Haussmann Bulvarı'ndaki dairesi, ölü ebeveynlerinin mobilyalarıyla doluydu çünkü hiçbirini atmaya kıyamamıştı. Hayatını adadığı başyapıtının ilk halini yok etmeye hazır olma düşüncesi karakteriyle pek de uyumlu görünmüyor. Eğer defterlerinin dağınık odasında yer kaplamasını istemeseydi onları ailesinden kalma vitrinlere koyabilir, bir yerlere kaldırabilirdi ya da en basitinden onları yakmak yerine çöpe atardı.


y3iHZn.jpg

Tabii ki, çalışmalarını yakan çoğu yazarın başlıca nedeni, yazdıklarını kimsenin okumasını istememesidir. Yakma işlemi, gelecek kuşaklar göz önüne alınarak gerçekleştirilir, ancak çoğu zaman yazarlar istediği amaca kavuşamaz.

Vladimir Nabokov, tamamlanmamış romanı The Original of Laura’nın öldükten sonra karısı tarafından yakılmasını talep etti, çünkü romanın yayımlanmaya hazır olmadığını düşünüyordu. Nabokov o kadar popüler olmuştu ki arkasında bırakacağı herhangi bir yazının çok fazla ilgi göreceğinden emindi. Belki de bu son kitabın edebiyat dünyasında edindiği yeri kötü yönde etkileyeceğini düşünüyordu ya da kitabın yakılmasını istemesi, yalnızca estetik kaygıdan kaynaklanıyordu. Nabokov’un amacı ne olursa olsun yazmakta olduğu romanın yok edilmesini istiyordu.

Véra Nabokov, kocasının isteklerini yerine getirmedi. Oğulları Dmitri’ye göre, yazıları yakamama nedeni “yaşı, zayıflıkları ve ölçülmesi zor aşkından” kaynaklanıyordu. Yazıları ne yayımladı ne de yok etti, İsviçre’de bir banka kasasında tuttu. 2009’da kitabı yayımlama konusunda kafa patlattığını iddia eden Dmitri görevi üstlendi. Kitap yayımlandığında birçok eleştiriye maruz kaldı, birçok kişi yazarın isteğinin gerçekleştirilmiş olması gerektiğini vurguladı. Bazıları kitabın vasat olduğunu düşündü. Herhangi bir romanı yerden yere vurmaktan kaçınan Martin Amis bile Guardian’daki yazısında, “Bir yazar yoldan çıkmaya başladığında asfaltta tekerler izleri ve cam kırıkları ararız. Nabokov’da bu durum kendini bir nükleer kaza şeklinde gösterdi,” dedi. Öyle görünüyor ki Nabokov, kitabının yakılmasını istemesinde haklıydı.


y3iNJ8.jpg

The Original of Laura, Nabokov’un yazarlık kariyerinde küçük bir iz bırakmasının aksine, Nikolai Gogol’un yayımlanmamış çalışmalarını yakma kararı, onu bir efsaneye dönüştürdü. Ölü Canlar’ın yazarı, yarattıkları kadar yok ettikleri sayesinde tanınıyor.
Gogol 1848’de Avrupa’dan döndüğünde, yazılarındaki grotesk gerçeküstücülük ona ün kazandırdı, ancak yapıtlarının yalnızca absürt komedi olarak hatırlanmasını istemiyordu. Ölü Canlar’ın, Dante’nin İlahi Komedya’sını onurlandırmak için üçleme olmasına karar verdi. Birinci cilt Cehennem, ikincisi Araf olacaktı, ancak Gogol ikinci kitaptan hiç memnun kalmamıştı, içine sinmeyen bir şeyler vardı. Bu süre zarfında yazı yazmanın “şeytanın işi” olduğunu düşünen Peder Matvei Konstantinovsky'nin etkisi altında kaldı. 1852’de maruz kaldığı türlü hastalık, depresyon, bir sanatçı olarak yaratma sıkıntısı ve ruhuyla alakalı pişmanlıklar nedeniyle Gogol, Ölü Canlar’ın ikinci cildi dahil el yazmalarının çoğunu yaktı.

Romanı gerçekten yakmayı amaçlayıp amaçlamadığı hâlâ kesin olarak bilinmiyor. Bazı kaynaklara göre Gogol, olaydan sonra hata yaptığını iddia etti, hatta şeytan tarafından kandırıldığını söyledi. Olaydan dokuz gün sonra açlıktan öldü.

Belki de Gogol’un edebiyat dünyası üzerindeki efsanevi etkisi yok ettiği kitaplar sayesinde günümüze uzanıyor. Hikâye son derece ilgi çekici: Ayrıntılı bir yok etme kurgusu, ardından pişmanlık ve ölüm. Daha da önemlisi, hayatta kalan eserler bize yangında neler kaybetmiş olabileceğimizi hatırlatıyor ve bizi şu soruya yöneltiyor: Kitaplarını yakmasaydı Gogol şimdi nasıl anılırdı?

Marcel Proust’un kitaplarını yakma hikâyesi, Gogol’unki kadar ilgi görmedi. Nedenlerden biri, Proust’un Kayıp Zamanın İzinde adlı yapıtının bütün yedi cildinin kurtulmuş olması. Yine de yok olan defterler, aklımı kurcalamaya devam ediyordu. Sonunda, ateşin yol açtığı yıkımın nasıl geri alınabileceğinin, küllerden nasıl yeni kelimeler yaratabileceğimizin farkına vardım: Kurgu sayesinde.

Geride bıraktığı şey ne olursa olsun yakılmış bir metin, yazarlara verilmiş bir hediyedir. Yıkımın bütünselliği, bize zamanı geriye alma şansı tanır; kelimeleri ateşten kurtarma ve neyin niçin yakıldığını hayal etmemizi sağlar. The Paris Hours adlı romanımda Proust’un defterlerinin hikâyesinin alternatif versiyonunu anlatıyorum. Bu sefer evde çalışan kadın, defterleri kurtarıyor ve saklıyor. Yazarın ölümünden sonra bu yazılar, karakterin, işverenini hatırlamasına yarıyor, ona teselli veriyor. Tarihini baştan yazdığım bu olayı konu edinmem, kitapların yakılmasının bende yarattığı korku ve meraktan kaynaklanıyor. Hâlâ Proust’un niçin yazılarının yakılmasını istediğini anlayamıyorum. Bu sayfalarda Proust’un kimsenin bilmesini istemediği bir şeyler olmalı. Bu yüzden kitabımdaki karakter, Proust’un yazılarını kurtardığı için sevinemiyor. Hatta bunları yaksaydı belki bu kadar büyük bir yük altında kalmazdı.

Kibrit yakıldı mı geri dönüşü yok.
Alcott, Gogol, Nabokov ve Proust için bütün mesele buydu.

Alex George
 
Üst Alt