- Katılım
- 12 Kas 2019
- Mesajlar
- 7,983
- Çözümler
- 3
- Tepki puanı
- 2,994
- Puanları
- 113
- Cinsiyet
- Erkek
Ali Ekber Çiçek babasından öğrendiğini söylediği Sıtkı Baba'nın "Devriyesi"nin okuduğu güftenin birinci kıtasını yanlış öğrenip, yanlış nakletmiş. "On dört bin yıl gezdim pervanelikte" değil, "On dört yıl dolandım pervanelikte" olacaktır. Kolay ve yüzeysel anlatımla, Âşık Sıtkı Baba, "Sıtkı" mahlasını almadan önce, on dört yıl "Pervane' mahlasını kullanmıştı. "Sıtkı ismin buldum divanelikte" diyerek Sıtkı mahlasını aldığını anlatıyor.
Tasavvufta Pervanenin felsefesi, "öl ve ol" ile açıklanıyor. Olmak için ölmek, ölmek için de olmak gerekir. Aslında varoluşla beraber yok oluş, yok oluşla beraber yeniden bir var oluş meydana gelir. Çünkü var olmayan bir şeyin yok olması mümkün değil.
Mum, aleviyle hem kendini hem de pervaneyi gerçeğe yönlendiren ilahi bir güç olarak algılana geldi.
"İçtim şarabını mestanelikte
Kırkların ceminde dara düş oldum
Kırkların ceminde tek bir üzüm tanesinin sıkılıp suyunun kırk kişi tarafından içilip mest olunmasına telmih yapılıyor.
Kırkların Cemi nedir?
Denir ki, Hz. Muhammed, bir gün ashâb-ı suffa'nın yani Mescid-i Nebevî'nin arka tarafına, etrafı açık ve üstü hurma dallarıyla örtülü gölgelik, çardakta bulunan ve uzaktan gelen ve ailesi olmayan fakir Müslümanları ziyaret etmek istemiş. İçeri girmek istemiş.
"Kimsin" demişler. Hz. Muhammed:
"Peygamberim," diye buyurmuş. İçerden ses gelmiş:
"Peygamberliğini ümmetine yap; bizim, peygambere ihtiyacımız yok!" Hz. Muhammed geri dönüp giderken, Allah'tan tekrar kapıya gitmesi emrini almış. Dönüp girmik istemiş. İçeriden
"Kimsin?" sorusu gelmiş.
"Rasûlüm" diye buyurmuş. Bu defa:
"Buraya rasûl sığmaz" yine almamışlar. Hz. Peygamber, dönüp giderken Allah, tekrar dönmesini buyurmuş. Bu sefer "kimsin" sorusuna:
"Seyyidül - kavm, hâdimül - fukarâyım", yani, toplumun ulusu, yoksulların hizmetçisiyim demiş. Bunun üzerine kapıyı açmışlar.
Hz. Muhammed içeride otuz dokuz kişinin olduğunu görmüş.
"Siz kimsiniz," diye sormuş.
"Kırklarız; hepimizin gönlü birdir, birimiz neyse hepiniz odur, diye cevaplamışlar. Hz. Muhammed, kanıtlamalarını istemiş. O ana kadar Hz. Ali'nin de aralarında olduğunu fark etmemiş. Kırklar:
"Birimizden kan akarsa, kırkımızdan da akar demişler ve hazreti Ali, kolundaki damarı, neşterle yaralamış. Kan akmaya başlayınca, otuz sekizinin kolundan da kan akmaya başlamış. Aynı zamanda tavandan da kan damlamaya başlamış. Hz. Peygamber, bunu sorunca şu cevabı almış:
"Birimiz, dışarıda; bize yiyecek toplamaya çıktı; bu kan, onun kolundan damlıyor." Hz. Ali'nin kolunu bağlamışlar; öbürlerinden akan kan da durmuş. Dışarıda olduğu söylenen Selman gelmiş. Bir tâne üzüm getirmiş, bu bir üzüm tanesini kırklara paylaştırmasını için Hz. Peygamberin önüne koymuş. Hz. Muhammed, nasıl pay edeceğini düşünürken Cebrail, Cennet'ten tabak getirmiş ve ezmesini söylemiş. Muhammed üzümü ezmiş, suyla karıştırmış. "Kırklar"ın hepsi birer yudum içmiş. Hz. Muhammed de içmiş. Hepsi mest olup semâ'a kalkmış. Hazreti Peygamber, semâ ederken başında sarığı çözülüp yere düşmüş. Kırklar, bu sarığı kırk parçaya bölüp bellerine bağlamışlar, tennûre, yâni libâsı edinmişler.
İnanışa göre Kırklar bunlar. "Kırkların ceminde dara düş" olmak, yani dara durmak nedir?
İki çeşit dar vardır. Biri dara çekilmektir ki, bu yargı ve ceza ile sonuçlanır. "Dar ağacı" adı buradan gelir.
"Dara durmak" ise, iki el göğüste, sağ ayak baş parmağı, sol ayak üzerine konulmuş, saygı duruşudur. Yaratıcının huzurunda durduğunu kabul ederek özünü, benliğini ortaya koyup, teslim olmanın ifadesidir. Niçin sağ ayak başparmağı, sol ayak üzeredir. Anlatıya göre Hz. Hüseyin'in kendisinden su isteyen büyüğüne su götürürken sol ayağını bir yere çarparak kanatmış. Saygısı gereği gizlemek için böyle durmuş. Dar aynı zamanda öne eğilip duaya durmaktır. Dede de aynı durumda gülbank söyler.
Yaratanın huzurunda dara duran için gizli, saklı yoktur. O her şeyi bilen ve görendir. Öğretilir ki, "Dar"da "Ölmezden önce ölünür ve hayat sorgulanır, ruh arındırılır. İnsan-ı pak olunur.
Dar, cemde pir önünde duruş biçimidir. Pir önünde durmak kırklar katında durmak, kırklar katında durmak Şahıvelayet katında durmak demektir. Şahı Velayet, Şahı Merdan Ali'dir. Velilerin ve velilik makamının Şahı demektir. Mansur darı, Fazlı darı, Nesimi darı ve Fatıma darı gibi dört şekli uygulanıyor.
"Güruh-u Naci'ye özümü kattım
İnsan sıfatından çok geldim gittim
Bülbül oldum Firdevs bağında öttüm
Bir zamanlar gül için zara düş oldum"
Bu dörtlük bazı kaynaklarda "Ben Adem'den evvel çok geldim gittim / Yağmur olup yağdım, ot olup bittim / Bülbül olup Firdevs bağında öttüm / Bir zaman gül için hara düş oldum." Şeklinde yer almış.
Bu dörtlüğü anlayabilmek için önce "Devriye" hakkında bilgi vermek gerekir:
Alevi inanışında insan ruhunun asıl kaynağı olan "vücud-u mutlak" yani gerçek varlıktan ayrılıp, tekrar ona dönünceye kadar geçireceği evreler "Devriye"de anlatılır.
Evren'de bütün galaksilerde yer olan gök cisimlerinin her dönüşü de devir olarak adlandırılıyor.
Devriye, "İnna lillah ve inna ileyhi raciun..." "Allah'tan geldik yine ona döneceğiz" ayeti ile açıklanabilir. Ama tasavvuf ehli kişiler çok geniş bir daire çizerler. Sudan taşa toprağa, oradan bitkiye, sonra hayvana, nihayet insan-ı kamil e kadar bir tekamül zinciri oluştururlar. Alevi - Bektaşi yorumu çok daha net bir reenkarnasyon içerir. Yunus Emre, Ölürse tenler ölür/ Canlar ölesi değil, der.
Devriye şiirlerinde bu anlatılır. Sıtkı Baba Divanı'nda dört devriye bulunuyor. Bunlardan biri, güftede yer alan iki kıtanın bulunduğu devriyedir.
Devriyeler, giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinden oluşuyor.
Bir devriyeyi yorumlamak için tamamını okuyup yukarıda sözünü ettiğimiz manevi tertibe uygun devirin aşamalarını görmemiz gerekiyor. Örneğin Ali Ekber Çiçeğin okuduğu bölümün ilk dörtlüğü şöyle:
Çatılmadan yerin göğün binası
Muallakta iki nur'a düş oldum
Birisi Muhammed birisi Ali
"Lahmike lahmi"de bire düş oldum.
Devriye, daha insan yani Âdem yaratılmadan önce evrenin yaratılışı ile başlıyor. Yerin göğün binası çatılmadan askıda duran iki nura rastladığını, bunlardan birinin İslâm peygamberi Hz. Muhammed, diğeri de Hz. Ali olduğunu anlatıyor.
"Lahmike lahmi" Hz. Muhammed'in Hz. Ali'ye söylediği "etin etimdendir" sözü ile birliğe Muhammed Ali yoluna ulaşılıyor.
Açıklamamızı doğrulayan şu dörtlük söyleniyor:
"Ben Adem'den evvel çok geldim gittim
Yağmur olup yağdım, ot olup bittim
Bülbül olup Firdevs bağında öttüm
Bir zaman gül için har'a düş oldum."
Bu devriyenin sonuç bölümünü son dörtlük oluşturuyor. Yolculuk tamamlanmış ve artık insan-ı kâmil olarak içinde bulunduğu ortama gelinmiştir:
Sıtkı'ya çok şükür didara erdim
Aşkın pazarında Hak yola girdim
Gerçek ariflere çok meta verdim
Şimdi Hacı Bektaş Pir'e düş oldum.
Gelelim sözünü ettiğimiz güftede yer alan ikinci dörtlüğe:
Güruh-u Naci, Âdem'den Hatem'e, Şit'den Muhammed'e Hak yoluna girmiş bütün peygamberlerin içinde bulunduğu topluluktu. Şöyle ki, Alevi yaradılış mitolojisine göre, Adem'in Havva'dan olan soyu, Habil'in Kabil'i öldürmesi üzerine lanetlendi. Şit diğer adı ile Naci, Allah tarafından Âdem'e oğul edildi. Ona eş olarak da cennette bir huri olan Naciye ana verildi. Havva'nın soyu lanetli iken Naciye ananın soyu temiz bilindi. Birlik ve Hakk nuru Âdem den Şit peygambere ondan da diğer peygamberlere, son olarak Muhammed'e geldi. Bütün peygamberler Naciye ananın soyundandı. Alevi inancına göre "nur" ocaklarla ve on iki imama kadar ulaştı. Güruh-u Naci, temiz, kirlenmemiş toplumdu.
Firdevs bağı Cennet'in en gözde katıdır. Şöyle ki, bütün ayet, hadis ve âlimlerin yorumlarından Cennet'in katları olduğu anlaşılıyor. Bu katlardan bazıları daha yüce ve nimetleri daha güzel veya daha üstün. Firdevs Cenneti de derecesi en yüksek Cennet katı olarak bildiriliyor.
Sıtkı Baba Divanı'nda "Devriye"nin tamamı şöyle:
Çatılmadan yerin göğün binası
Muallakta iki nura düş oldum
Birisi Muhammed birisi Ali
"Lahmike lahmi"de bire düş oldum.
Ezdi aşkın şerbetini hoş etti
Birisi doldurdu biri nuş etti
İkisi bir derya olup cuş etti
La'l ü mercan inci düre düş oldum.
O derya yüzünde gezdim bir zaman
Yoruldu kanadım dedim el aman
Erişti car'ıma bir ulu sultan
Şehinşah bakışlı ere düş oldum.
Açtı nikabını ol ulu sultan
Yüzünde yeşil ben göründü heman
Kaf ü Nun suresin okudum o an
Arş kürs binasında yare düş oldum.
Ben Adem'den evvel çok geldim gittim
Yağmur olup yağdım, ot olup bittim
Bülbül olup Firdevs bağında öttüm
Bir zaman gül için hara düş oldum.
Adem ile balçık olup ezildim
Bir noktada bir hurufa yazıldım
Adem'le can olup Şit'e süzüldüm
Muhabbet şehrinde kara düş oldum.
Mecnun olup Leyla için dolandım
Buldum mahbubumu inanıp kandım
Gılmanlar elinde hulle donandım
Dostun visalinde nara düş oldum.
On dört yıl dolandım pervanelikte
Sıtkı ismim buldum divanelikte
Sundular aşk meyin mestanelikte
Kırkların Ceminde dara düş oldum.
Sıtkı'ya çok şükür didara erdim
Aşkın pazarında Hak yola girdim
Gerçek ariflere çok meta verdim
Şimdi Hacı Bektaş Pir'e düş oldum.
Tasavvufta Pervanenin felsefesi, "öl ve ol" ile açıklanıyor. Olmak için ölmek, ölmek için de olmak gerekir. Aslında varoluşla beraber yok oluş, yok oluşla beraber yeniden bir var oluş meydana gelir. Çünkü var olmayan bir şeyin yok olması mümkün değil.
Mum, aleviyle hem kendini hem de pervaneyi gerçeğe yönlendiren ilahi bir güç olarak algılana geldi.
"İçtim şarabını mestanelikte
Kırkların ceminde dara düş oldum
Kırkların ceminde tek bir üzüm tanesinin sıkılıp suyunun kırk kişi tarafından içilip mest olunmasına telmih yapılıyor.
Kırkların Cemi nedir?
Denir ki, Hz. Muhammed, bir gün ashâb-ı suffa'nın yani Mescid-i Nebevî'nin arka tarafına, etrafı açık ve üstü hurma dallarıyla örtülü gölgelik, çardakta bulunan ve uzaktan gelen ve ailesi olmayan fakir Müslümanları ziyaret etmek istemiş. İçeri girmek istemiş.
"Kimsin" demişler. Hz. Muhammed:
"Peygamberim," diye buyurmuş. İçerden ses gelmiş:
"Peygamberliğini ümmetine yap; bizim, peygambere ihtiyacımız yok!" Hz. Muhammed geri dönüp giderken, Allah'tan tekrar kapıya gitmesi emrini almış. Dönüp girmik istemiş. İçeriden
"Kimsin?" sorusu gelmiş.
"Rasûlüm" diye buyurmuş. Bu defa:
"Buraya rasûl sığmaz" yine almamışlar. Hz. Peygamber, dönüp giderken Allah, tekrar dönmesini buyurmuş. Bu sefer "kimsin" sorusuna:
"Seyyidül - kavm, hâdimül - fukarâyım", yani, toplumun ulusu, yoksulların hizmetçisiyim demiş. Bunun üzerine kapıyı açmışlar.
Hz. Muhammed içeride otuz dokuz kişinin olduğunu görmüş.
"Siz kimsiniz," diye sormuş.
"Kırklarız; hepimizin gönlü birdir, birimiz neyse hepiniz odur, diye cevaplamışlar. Hz. Muhammed, kanıtlamalarını istemiş. O ana kadar Hz. Ali'nin de aralarında olduğunu fark etmemiş. Kırklar:
"Birimizden kan akarsa, kırkımızdan da akar demişler ve hazreti Ali, kolundaki damarı, neşterle yaralamış. Kan akmaya başlayınca, otuz sekizinin kolundan da kan akmaya başlamış. Aynı zamanda tavandan da kan damlamaya başlamış. Hz. Peygamber, bunu sorunca şu cevabı almış:
"Birimiz, dışarıda; bize yiyecek toplamaya çıktı; bu kan, onun kolundan damlıyor." Hz. Ali'nin kolunu bağlamışlar; öbürlerinden akan kan da durmuş. Dışarıda olduğu söylenen Selman gelmiş. Bir tâne üzüm getirmiş, bu bir üzüm tanesini kırklara paylaştırmasını için Hz. Peygamberin önüne koymuş. Hz. Muhammed, nasıl pay edeceğini düşünürken Cebrail, Cennet'ten tabak getirmiş ve ezmesini söylemiş. Muhammed üzümü ezmiş, suyla karıştırmış. "Kırklar"ın hepsi birer yudum içmiş. Hz. Muhammed de içmiş. Hepsi mest olup semâ'a kalkmış. Hazreti Peygamber, semâ ederken başında sarığı çözülüp yere düşmüş. Kırklar, bu sarığı kırk parçaya bölüp bellerine bağlamışlar, tennûre, yâni libâsı edinmişler.
İnanışa göre Kırklar bunlar. "Kırkların ceminde dara düş" olmak, yani dara durmak nedir?
İki çeşit dar vardır. Biri dara çekilmektir ki, bu yargı ve ceza ile sonuçlanır. "Dar ağacı" adı buradan gelir.
"Dara durmak" ise, iki el göğüste, sağ ayak baş parmağı, sol ayak üzerine konulmuş, saygı duruşudur. Yaratıcının huzurunda durduğunu kabul ederek özünü, benliğini ortaya koyup, teslim olmanın ifadesidir. Niçin sağ ayak başparmağı, sol ayak üzeredir. Anlatıya göre Hz. Hüseyin'in kendisinden su isteyen büyüğüne su götürürken sol ayağını bir yere çarparak kanatmış. Saygısı gereği gizlemek için böyle durmuş. Dar aynı zamanda öne eğilip duaya durmaktır. Dede de aynı durumda gülbank söyler.
Yaratanın huzurunda dara duran için gizli, saklı yoktur. O her şeyi bilen ve görendir. Öğretilir ki, "Dar"da "Ölmezden önce ölünür ve hayat sorgulanır, ruh arındırılır. İnsan-ı pak olunur.
Dar, cemde pir önünde duruş biçimidir. Pir önünde durmak kırklar katında durmak, kırklar katında durmak Şahıvelayet katında durmak demektir. Şahı Velayet, Şahı Merdan Ali'dir. Velilerin ve velilik makamının Şahı demektir. Mansur darı, Fazlı darı, Nesimi darı ve Fatıma darı gibi dört şekli uygulanıyor.
"Güruh-u Naci'ye özümü kattım
İnsan sıfatından çok geldim gittim
Bülbül oldum Firdevs bağında öttüm
Bir zamanlar gül için zara düş oldum"
Bu dörtlük bazı kaynaklarda "Ben Adem'den evvel çok geldim gittim / Yağmur olup yağdım, ot olup bittim / Bülbül olup Firdevs bağında öttüm / Bir zaman gül için hara düş oldum." Şeklinde yer almış.
Bu dörtlüğü anlayabilmek için önce "Devriye" hakkında bilgi vermek gerekir:
Alevi inanışında insan ruhunun asıl kaynağı olan "vücud-u mutlak" yani gerçek varlıktan ayrılıp, tekrar ona dönünceye kadar geçireceği evreler "Devriye"de anlatılır.
Evren'de bütün galaksilerde yer olan gök cisimlerinin her dönüşü de devir olarak adlandırılıyor.
Devriye, "İnna lillah ve inna ileyhi raciun..." "Allah'tan geldik yine ona döneceğiz" ayeti ile açıklanabilir. Ama tasavvuf ehli kişiler çok geniş bir daire çizerler. Sudan taşa toprağa, oradan bitkiye, sonra hayvana, nihayet insan-ı kamil e kadar bir tekamül zinciri oluştururlar. Alevi - Bektaşi yorumu çok daha net bir reenkarnasyon içerir. Yunus Emre, Ölürse tenler ölür/ Canlar ölesi değil, der.
Devriye şiirlerinde bu anlatılır. Sıtkı Baba Divanı'nda dört devriye bulunuyor. Bunlardan biri, güftede yer alan iki kıtanın bulunduğu devriyedir.
Devriyeler, giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinden oluşuyor.
Bir devriyeyi yorumlamak için tamamını okuyup yukarıda sözünü ettiğimiz manevi tertibe uygun devirin aşamalarını görmemiz gerekiyor. Örneğin Ali Ekber Çiçeğin okuduğu bölümün ilk dörtlüğü şöyle:
Çatılmadan yerin göğün binası
Muallakta iki nur'a düş oldum
Birisi Muhammed birisi Ali
"Lahmike lahmi"de bire düş oldum.
Devriye, daha insan yani Âdem yaratılmadan önce evrenin yaratılışı ile başlıyor. Yerin göğün binası çatılmadan askıda duran iki nura rastladığını, bunlardan birinin İslâm peygamberi Hz. Muhammed, diğeri de Hz. Ali olduğunu anlatıyor.
"Lahmike lahmi" Hz. Muhammed'in Hz. Ali'ye söylediği "etin etimdendir" sözü ile birliğe Muhammed Ali yoluna ulaşılıyor.
Açıklamamızı doğrulayan şu dörtlük söyleniyor:
"Ben Adem'den evvel çok geldim gittim
Yağmur olup yağdım, ot olup bittim
Bülbül olup Firdevs bağında öttüm
Bir zaman gül için har'a düş oldum."
Bu devriyenin sonuç bölümünü son dörtlük oluşturuyor. Yolculuk tamamlanmış ve artık insan-ı kâmil olarak içinde bulunduğu ortama gelinmiştir:
Sıtkı'ya çok şükür didara erdim
Aşkın pazarında Hak yola girdim
Gerçek ariflere çok meta verdim
Şimdi Hacı Bektaş Pir'e düş oldum.
Gelelim sözünü ettiğimiz güftede yer alan ikinci dörtlüğe:
Güruh-u Naci, Âdem'den Hatem'e, Şit'den Muhammed'e Hak yoluna girmiş bütün peygamberlerin içinde bulunduğu topluluktu. Şöyle ki, Alevi yaradılış mitolojisine göre, Adem'in Havva'dan olan soyu, Habil'in Kabil'i öldürmesi üzerine lanetlendi. Şit diğer adı ile Naci, Allah tarafından Âdem'e oğul edildi. Ona eş olarak da cennette bir huri olan Naciye ana verildi. Havva'nın soyu lanetli iken Naciye ananın soyu temiz bilindi. Birlik ve Hakk nuru Âdem den Şit peygambere ondan da diğer peygamberlere, son olarak Muhammed'e geldi. Bütün peygamberler Naciye ananın soyundandı. Alevi inancına göre "nur" ocaklarla ve on iki imama kadar ulaştı. Güruh-u Naci, temiz, kirlenmemiş toplumdu.
Firdevs bağı Cennet'in en gözde katıdır. Şöyle ki, bütün ayet, hadis ve âlimlerin yorumlarından Cennet'in katları olduğu anlaşılıyor. Bu katlardan bazıları daha yüce ve nimetleri daha güzel veya daha üstün. Firdevs Cenneti de derecesi en yüksek Cennet katı olarak bildiriliyor.
Sıtkı Baba Divanı'nda "Devriye"nin tamamı şöyle:
Çatılmadan yerin göğün binası
Muallakta iki nura düş oldum
Birisi Muhammed birisi Ali
"Lahmike lahmi"de bire düş oldum.
Ezdi aşkın şerbetini hoş etti
Birisi doldurdu biri nuş etti
İkisi bir derya olup cuş etti
La'l ü mercan inci düre düş oldum.
O derya yüzünde gezdim bir zaman
Yoruldu kanadım dedim el aman
Erişti car'ıma bir ulu sultan
Şehinşah bakışlı ere düş oldum.
Açtı nikabını ol ulu sultan
Yüzünde yeşil ben göründü heman
Kaf ü Nun suresin okudum o an
Arş kürs binasında yare düş oldum.
Ben Adem'den evvel çok geldim gittim
Yağmur olup yağdım, ot olup bittim
Bülbül olup Firdevs bağında öttüm
Bir zaman gül için hara düş oldum.
Adem ile balçık olup ezildim
Bir noktada bir hurufa yazıldım
Adem'le can olup Şit'e süzüldüm
Muhabbet şehrinde kara düş oldum.
Mecnun olup Leyla için dolandım
Buldum mahbubumu inanıp kandım
Gılmanlar elinde hulle donandım
Dostun visalinde nara düş oldum.
On dört yıl dolandım pervanelikte
Sıtkı ismim buldum divanelikte
Sundular aşk meyin mestanelikte
Kırkların Ceminde dara düş oldum.
Sıtkı'ya çok şükür didara erdim
Aşkın pazarında Hak yola girdim
Gerçek ariflere çok meta verdim
Şimdi Hacı Bektaş Pir'e düş oldum.
kaynak : istanbulgazetesi - Ahmet özdemir
Son düzenleme: